İtiraf edin: Bir hava kazasından kurtulan tek kişi olmak istiyorsunuz. Aslında kazanın olmasını istemiyorsunuz, ama olursa sağ salim kurtulmak istiyorsunuz. Ben, size bunun gerçek olabileceğini söylemek için bunu yazıyorum: başarabilirsiniz. Tabi ki biraz canınız yanacak; ve ileride geceleri kabuslarla kalkmayacaksınız demiyorum ama yapabilirsiniz. Hastane yatağında sizi ziyarete gelen basın ordusuyla buluşacaksınız. Ve kazada ölen arkadaşlarınız farklı bir görüş sunabilecek platforma sahip değilken Allah’a şükranlarını sunmanın haksızlık olduğunu bildiğiniz için ondan bahsetmeyeceksiniz.
Diyelim ki uçağınız 10.000 metrede havaya (yere?) uçtu. Uçaktan fırladınız ve serbest düşüşe geçtiniz. Şimdi ne?
İlk olarak, Everest’ten 1200 metre yukarıda başlıyorsunuz ve birkaç başarısız nefes alma deneyişinden sonra elektrikler kesilecek. Bu kötü bir şey değil. Eğer çevrenizdeki herkes kafasını kaybederken siz korumaya çalıştıysanız, ne demek istediğimi anlamışsınızdır. Korku ve kaosa verilen bu kısa mola yaklaşık 4.500 metrede uyandığınızda sona erecek. Ve işte alçalışınızın yaklaşık 1 dakika sürecek son evresi başlıyor. Şimdi plan ve hazırlık zamanı.
İlk olarak çevrenize bakın. Kullanılabilecek ne var? Hiçbir şey? Eminsiniz? Dikkatli bakın. Belki de bir koli paraşüt kargodaydı ve patlama koliyi açıp hepsini etrafa dağıttı. Bir tanesi çok yakında olabilir. Yakalayın, giyin ve ipi çekin. Artık güvendesiniz.
Başka şeyler de işinize yarayabilir. Bırakın doğa rehberiniz olsun. Polenlerin narin kanatları üstünde nasıl nazikçe yere düştüğünü aklınıza getirin. Sürebileceğiniz buna benzer bir şeyler için etrafınıza bakın, kazadan artan büyük, yassı ve uygun aerodinamik bir parça. Yakalayın ve sürün! Unutmayın: moleküller sizin arkadaşınız. Hızlanmanızı yavaşlatmak için atmosferik moleküllere çarpan bir sürü yüzey molekülüne ihtiyacınız var!
Peki hangi hızla gidiyorsunuz? Kendinizi 200 km hızla giden bir trenin tepesinde ayakta farz edin. Tren bir tünelden geçiyor ama siz geçemiyorsunuz. 200 kilometreyle duvara çarpıyorsunuz. İşte bu hızda yere çakılacaksanız. Evet bu moral bozucu, ama iyi bir planlama yapabilmek için gerçeği bilmek lazım. Siz daha yavaş düşüşlere alışkınsınız. Mesela salıncaktan atlayanlara ya da reality showlarda kendisini 3. kattan atan insanlara. Onlar 200 kilometreyle düşmüyor. Onlar düşünce sekmez. Siz sekeceksiniz. Yani vücudunuz toprakta açtığı kraterin (ya da betonda açtığı yarığın) biraz uzağında bulunacak. Hata yapmayın, biraz dolaşın.
Bu noktada düşünmeniz gereken: ağaçlar. Akıllıca bir düşünce. Size uzun, tek gövdeli ve aşağı indikçe kalınlaşan dallara sahip bir ağaç lazım. Kozalak ağaçları en iyisi. Sekoya ağaçları da amaç düşüşünüzü yavaşlatmaksa çok çekici ama dikkat: Sekoyaların son dalları yerden oldukça yüksekte kalıyor. Kusursuz yapılı Norfolk çamları doğal bir güvenlik ağı, o yüzden Yeni Zellanda yakınlarındaysanız şanslısınız. Çarpışma anı geldiğinde vücudunuzu uzatın ve ağacın dallarına tam düz bir açıyla ve gövdeye olabildiğince yakın bir şekilde çarpın.
Kar iyidir, yumuşak, derin, yığılı kar. Unutmayın ki siz pilotsunuz ve vücudunuz da uçak. Eğilerek ve kollarınızı kullanarak düşüşünüzü modifiye edebilir ve sadece dikey değil yatay ilerleme de kaydedebilirsiniz. 4500 metre boyunca düşerken, bu mesafenin 3’de 2’si kadar yanlara gitmeniz mümkün, bu 3 km eder. Düşüş noktanızı kendiniz belirleyin. Patron sizsiniz.
Eğer arayışınız hiçbir ağaç ya da kar yığını ortaya çıkarmazsa, paraşütçülerin “beş-noktalı iniş” metodunu hatırlamak paraşütünüz olmasa bile faydalıdır. Yere önce ayaklarınızla değin ve sonra yana doğru öyle bir düşün ki sırayla vücudunuzun beş noktası (ayaklar, baldır, uyluk, kalça ve omuz) şoku başarılı bir şekilde absorbe etsin. 200’ü 5’e bölün=40. Kötü değil! 40 km paraşütçülerin düştüğü hızdan sadece biraz daha fazla. Birkaç ufak tefek yara ve kırıklar olacaktır ama en azından basın konferansınızı erteleyecek bir bilinç kaybı yaşamayacaksınız. Sadece 200 km’lik şoku 5 eşit parçaya böldüğünüzden emin olun. Konsantrasyon!
Tavırlarınız birçok şeyi etkileyecek. Negatif düşüncelerin alçalışınızı berbat etmesine izin vermeyin. Kendinizi 10.000 metre yukarıda, moral bozucu başlangıç noktanızda bulduğunuz an bunu düşünün: 12 metre herhangi bir düşüşte ölüm sınır. Yani 12 metreden düşen insanların çoğı ölüyor. 12 metre! Hiçbir şey değil. Bu kadarcık “yüksekten” düşen birine acıyın. Plan yapabilecek ne zamanı var?
Durumunuzdaki artıları aklınıza getirin. Mesela, ilk 15 saniye sürekli daha hızlı ve daha hızlı düşseniz de, sonunda 200 km/saat terminal hıza, hava direncinin gittikçe artarak yerçekimi kuvvetiyle eşitlendiği noktaya, ulaşacaksınız. Yani sadece hızlanmanız durmayacak, alçaldıkça hava giderek yoğunlaştığı için yavaşlamaya başlayacaksınız. İndiğiniz her metrede sürekli yavaşlayacaksınız.
Daha fazlası da var. Paraşütçüler inecekleri yere odaklanınca, bazen bundan öyle bir büyüleniyorlar ki ipi çekmeyi unutuyorlar. Sizin çekebilecek bir ipiniz olmadığına göre böyle bir sorununuz yok. Tanrılar yanınızda.
Hepsinden önemlisi, sizden önce uçanları düşünün. 1972’de patlayan DC-9 jetinden 10.000 metre aşağı düşen hostesi, Vesna Vulovic’i düşünün. Karın üstüne düştü ve hayatta kaldı. Vesna işini biliyordu.
2. Dünya Savaşın’da alev alan uçağının kuyruğundan atlayıp 5.500 metre uçan Nick Alkemade’i düşünün. Aşağı düşerken yıldızları görünce bir sigara yaktı. Daha sonraları düşüşü “tatlı bir deneyim” olarak tanımlayacaktı. Nick’in sırrı köknar ağaçları, çalılar ve kardı.
Her şeyin sonunda, böyle bir düşüş olmayacak bir şey değil, ve burada size söylediğim yöntemleri bilip, uygularsanız hayatta kalmamanız için hiçbir sebep yok. Tek dikkat etmeniz gereken sorun, eğer mutlaka ölecekseniz, kimin üstüne düşeceğinizi tespit etmek.
Bir yanıt yazın